9.11.2008

5 Günlük Düşünce Fırtınası

Hem fiziksel hem de duygusal bakımdan yoğun geçen 5 günün ardından İstanbul’a dönüş yolunda 5 günü düşündüm, tanık olduğum acılar, sevinçler, endişeler, telaşlar…

Annem pek çok kadının başına gelen ve gelecek olan bir ameliyat geçirdi. Üçüncü bir kişi bunu bu cümle ile tanımlıyor olsa gerek. 4 gün 4 gece boyunca annemle kalan biri olarak ben ise bu konuda, annemin canı çok yandı ama benim elimden pek de bir şey gelemedi diye düşündüm. Oysa bir de acıyı çekene sormak gerekiyor. Kaç sefer keşke olmasaydım diye pişman olduğunu söyledi annem sayamadım. Herkes hayata kendi gözlükleriyle bakıyor.

Annem uyuyamadı ama ben dayanamadım uyudum. Annem yemek yiyemedi ama ben acıktım ve yedim. Bazen canım sıkıldı hastanede dışarı çıkmak istedim. Gece uyandığımda anneme masaj yapmak bazen zor geldi, bir an içimden yapmak istemediğimi geçirdim. Sonra anneler bebeklerine bakarken acaba böyle düşünüyorlar mı diye düşündüm. Sonra annemin sayısız geceler ağladığım için uyandığını düşündüm. Annem benim yerimde olsaydı, ben onun yerinde olsaydım belki başımda uyumadan beklerdi. Ve kendimden utandım.

Hastanede kaldığımız süre boyunca 3 bebek dünyaya merhaba dedi. “Naz” bebek doğarken ağlıyordu ve tüm gün hep ağladı. Ondan 12 saat küçük erkek bebek ise hiç ağlamadı. Uzun süre düşündüm bir bebek nasıl dünyaya geliyor diye. Can içinden can çıkıyordu, bu gerçekten bir mucize olmalı. Anne-babaları çok heyecanlılardı, bebekler ise annelerinin karınlarındaki sıcacık ve korumalı yerden çıkmaktan dolayı korkulu… Bu dünyaya acaba masum insanlar getirmek ne kadar doğruydu? Bunu da düşündüm.

Doktorluk ne ilginç bir meslekti. Doktorları, hemşireleri inceledim bol bol. Yaptıkları iş çok kutsal ve aynı zamanda da çok riskli... Büyük bir yürek ve insan sevgisi istiyor. ÖSS’de tıpı ucundan kaçırdığım aklıma geldi. Kendimi hayal ettim ‘acaba nasıl bir doktor olurdum’ diye. O zaman hayatım bambaşka bir hal alırdı. Farklı bir şehirde farklı insanlar olacaktı hayatımda. Belki daha mutlu olacaktım belki de daha mutsuz. Sonra bu seçimi kendim yaptığım aklıma geldi ve mutlu oldum. Ben işletme mühendisi olarak hizmet edecektim ülkeme.

Hastaneye pek çok akraba, tanıdık ziyarete geldi. Zor günlerde yakınlarını yanında görmek güzel, ama acaba görev olsun diye mi gelmişlerdi diye düşünmeden de edemedim. Bazıları o yüzden gelmiştir, bazıları da gönülden annemin iyileşmesi için dua etmiştir.

Annem normalde oturmak nedir bilmeyen bir insandır. Birkaç gündür yatıyor diye canı sıkılmaya başladı. Bir de kendime baktım sanırım biraz tembel bir insanım annem kıyasla. Belki onun çok daha kutsal bir amacı var; çocukları için çalışıyor. Ben ise kendimde o tutkuyu göremedim. Annem keşke sağlığım yerinde olsa da durmadan çalışsam diye sayıklar oldu. Hem o hem de ben çok iyi anladık ki en büyük servet sağlıklı ve sıhhatli olmakmış. Aksi takdirde ne yediklerinden, ne gördüklerinden, ne duyduklarından haz almanın imkânı olmuyor. Yorulduğunda dinlenirsin, hepsi geride kalır der babam hep, yeter ki sağlıklı ve huzurlu olasın.

Annemi hastaneden çıkarıp dayımın evine getirdik dördüncü gün. Anneannem de orada kalıyordu. Bir şey yapmaya başladım, ne olduğunu hatırlamıyorum bile, nasıl yapacağımı 2 ya da 3 kez tekrarlayarak bana anlatmaya çalıştı anneannem. Birkaç kez aynı şeylerin tekrarlanmasından, babaannem çok yapar, oldum olası hoşlanmamışımdır. Belki de babaannemle çok kaldığım içindir. Anneannem de öyle yapınca birden bir yerde kısa devre oldu bende, bu yaşlılar da çok konuşuyor dedim anneme. O an ağzımdan çıkanı kulağım duyduğunda duyduğum şey hiç de hoşuma gitmedi. Büyüğüm hakkında öyle düşünmem çok hatalıydı, bu bir. İkincisi, onlar her zaman kendilerince bizim iyiliğimizi istiyorlar. Üçüncüsü, ömrüm varsa bir gün gelecek ben de onun yaşında olacağım. Nasıl olur da bu şekilde düşünür bir insan, kendime kızdım, yakıştıramadım.

Dayımın 10 yaşındaki oğlu ve 8 yaşındaki kızını gözlemledim son gece. Benim büyüdüğüm aile ortamı bakış açısıyla her ikisi de ‘biraz’ şımarık çocuklar. Dayımın ve eşinin çocukların davranışları karşısında verdikleri tepkileri anlamaya çalıştım, ben olsaydım ne derdim diye gözümde canlandırmaya çabaladım… Anladım ki çocuk büyütmek herkesin harcı değil, zor ve hayati bir şey. Hayati diyorum çünkü o çocukların hayatı en çok ailesinde ilk öğrendikleriyle şekillenecek. Duydukları şeyleri öyle hızlı öğreniyorlar ki, kazara kötü bir şey öğrenmeye görsünler çocuk akıllarıyla doğruluğunu, kötülüğünü tartamadan hemen taklit etmeye başlıyorlar. Kerem’in sınıfını öğretmenleri Can Dündar’ın ‘Mustafa’ filmine götürmüş. Kerem Seren’e anlatıyor: Atatürk çok sigara ve içki içiyormuş biliyor musun? Atatürk onların gözünde nasıl bir yerde olacak ki Atatürk’e böyle insanı bir şeyi yakıştıramadılar. Zaten film de bu yüzden hala tartışılıyor. Belki de öğretmenleri o filmi önceden izlemeli ve onlara göre olup olmadığına karar vermeliydi. İşte bu kadar dikkatli olmalı söz konusu minik ve masum beyinlerse.

Tüm bunların yanında annemin acısını dindiremesem de yanında olarak kendimce ona destek olduğum için mutlu ve işe yaramış hissetim kendimi. Dönme vakti gelmişti. Annemin kendine dikkat edeceğini umarak ve aklım Edirne’de kalarak yola koyuldum. Yol boyunca geçen 5 günün muhakemesini yaptım. Gördüklerim geçti bir bir gözümün önünden, düşünceler yeniden canlandı. Sonra geçmişte yaşananlarla birleşti, derken bugüne kaydı düşünceler, peki ya gelecek? Köy, Edirne, İstanbul, Barilla, Kanada… oradan oraya atladı düşünceler, hayaller.


Düşünce fırtınası içinde çabalarken ben, ani bir frenle irkildik hepimiz otobüste. Ve o saniyede takla atan araba göründü ve kapkara duman bulutu sardı arabayı. Araba takla atarken şoför dışarı fırladı, hem araba hem de adam birer takla daha attılar. Herkes donakaldı. Otobüs ise devam etti. Büyük bir hızla otobüsümüzü sollayan araba önümüze geçerken arka tekerleklerinin hâkimiyetini kaybedince yolda bir takla atarak sağ bariyere çarptı, o sırada 25–30 yaşlarında olduğunu düşündüğüm şoför dışarı fırladı ve birer takla daha… En son gördüğüm kullanılamaz halde otomobil ve yere yuvarlanmış adamdı. Arabada başkalarının olmadığını umarak uzaklaştık. Televizyonda ‘Cennet Mahallesi’ izlemeye devam ettik! Evet, hayat tam olarak böyle bir şeydi sanırım. Her an ölümle karşı karşıyayız, ölen birisini görünce donakalıyoruz, ölümü hatırlıyoruz, yakınımızsa unutmamız biraz daha uzun sürüyor. Yoldan geçen bir adamsa 5 dakika ah vah edip hayatımıza devam ediyoruz.


Hastanede minicik bir can gözlerini parlak dünyaya açmaya çalışırken başka bir yerlerde de birileri gözlerini bir daha açmamak üzere kapatıyor. Bu açma-kapama arasında kalan zamanda nelerle karşılaşacağımızı seçemesek de nasıl tepki vereceğimizin seçimi bizim elimizde.

_____________________________________________________________________________


“Everyone has talent. What is rare is the courage to follow the talent to the dark place where it leads"

Erice Jong

18.08.2008

Faydalı Şemsiye!


Zaman zaman hepimiz problem yağmuruna tutulabiliyoruz. İşte o gibi zamanlarda ıslanıp üzülmemek, hastalanmamak adına şemsiyemizi açmayı unutmayalım :)

Sevgiler,

15.08.2008

How to effectively delegate tasks…

Kısa olan iş hayatı geçmişime rağmen bugüne kadar benim bile pek çok kez karşıma çıkan bir probleme deyinmek istiyorum; Müdürümüzün bizden tam olarak ne yapmamızı istediğini anlayamamamız daha doğru bir ifadeyle onun doğru şekilde bize aktaramaması. David Maister bizden bir görev yapılmasını istenildiğinde sormamız gereken soruları (ya da bir istekte bulunurken bizim açıklamamız gereken noktaları) özetleyen güzel bir yazı yazmış. Faydalı olacağını düşündüğümden sizlerle paylaşmak istedim.


Whether you are being given work to do by a client or a boss, it’s common that people will assign work to you badly, and that will cause you problems.
How can you do what they want if they don’t tell you clearly what they want?
The key is to take responsibility and ask permission to ask questions.
When someone gives you a task to do, say something like ‘I really want to do a great job for you, so can I clarify a few things?’ Most people will say ‘Yes.’ You can then be sure you understand the following details about your assignment –

  1. The context of the assignment – ‘Please could you tell me what you are going to do with this when I get it done, tell me who is it for, and where does it fit with other things going on?’
  2. Deadline – When would you like it, and when is it really due?
    Scope – Would you like me to do the thorough job and take a little longer, or the quick and dirty version?
  3. Format – How would you like to see the output of my work presented? What would make your life easier?
  4. Time budget – Roughly how long would you expect this to take (so I can tell whether I’m on track or not?)
  5. Relative priority – What’s the importance of this task relative to the other things you have asked me to do?
  6. Available resources – Is there anything available to help me get the job done? For example, have we done one of these before?
  7. Success criteria – How will the work be judged? Is it more important to be fast, cheap or perfect?
  8. Monitoring and scheduled check points – Can we, please, schedule now a meeting, say, halfway through so I can show you what I’ve got and ensure that I’m on track for your needs?
  9. Understanding – can I just read back to you what you’ve asked me to do, to confirm that I got it down right?
  10. Concerns – before I get started can I just share with you any concerns about getting this done (e.g., other demands on my time) so that I don’t surprise you later?

Kaynak: http://davidmaister.com/blog/53/What-Do-You-Want-From-Me

13.08.2008

how i kid my housemate?

Son zamanlarda dün eğlendiğim kadar eğlenmediğime iddiaya girebilirim. Olayı kısaca özetlemem gerekirse;

Dün yapacak işi olmayan stajyer ben, her zamanki gibi Zeynep ile mailleşme aktivitesine giriştim. Bu sefer farklı olarak Zeynep’in gmail hesabından (kendisinin haberi vardı gireceğimden) İngilizce olarak mail atayım dedim ve Zeynep'in iş mailine Googlemail’de çalışan Ashley Filiposh adıyla, o güne kadar aramızda geçen tüm geyiklerden alıntılar yaparak ciddi ama çok aptal bir mail atıyorum. İşte yazdıklarım;

Dear Ms Gocmen,
We are very sorry to inform you that your gmail account with the user name 'zeynepgocmen' will be deleted within 12 hours. According to your records which were being tracked for 6 months, you have been signing in from your work computer which is not a personal one and have been ordering bouquets of flowers to your closest friends. So your manager, the IT one, threatened us to close your account, Otherwise your company will throw a howitzer to our Turkey Office thus we prefer to lose a customer instead of money. Very besides, as you haven't sent even one bouquet to your best girl (!) we considered your manager's appeal -or lets say- his threat and aproved it.
Within 12 hours, we recommend you to archieve your sent/recieved e-mails and address book. By the way, from now on you will never have the right to get a new gmail/googlemail account, even with different name.
Thanks for your participation so far.
Hope not to see you again trying to get an account.
With Regards,
--
Ms. Asley Filiposh
Customer Relations Manager
Googlemail Co UK
Pbx: 44 (028) 125 6885 [ext: 358]



Yazarken bir taraftan gülüyorum bir taraftan da Zeynep kopacak bunları okurken diye kıkırdıyorum. Bir süre sonra bana telefon gelir, telefonun ucunda telaşlı ve kısık sesiyle Zeynep vardır. “Aslı sen bana mail attın mı bugün?” diye sorar endişeli bir şekilde. Ben de bütün pişkiniliğimle cevap veriyorum “Bilmem atmış olabilir miyim?”. O noktada düğüm çözülmeye başlar. Zeynepcan maili ciddiye almıştır ve derhal komplo teorilerine başlamıştır. Biri Zeynep’in hesabını hacklemiş, yoksa şirketin IT müdürü müdür (ki IT müdürünün gelen giden tüm mailleri okuduğundan süphelenmektedir kendileri) ? Yoksa eski bir arkadaş mıdır? Yoksa Aslı’nın şirketi mi yollamış bu maili? Kim, kim bu kişi? O kadar korkmuştur ki bahsi geçen IT müdürüne mail atmaya bile kalkışmıştır. Sonuç itibariyle bir kez daha okuyunca maili normal insanlar gibi, aslında içinde birçok ipucunun olduğunu anlamıştır. Yağız’dan gelen yorum, Zeynep’in aklı bu aralar epey dağınık galiba şeklinde oldu. Bu konuda topu sevgili Çoşkun’a atarak bütün gözleri onun üstünde bırakarak aradan sıyrılıyorum.

Sevgilerimle ve With Regards,

30.07.2008

Kanada'yı Tanıyalım

Günün sözleri:
"My country is not a country, it is the winter." (Gilles Vigneault, French Canadian singer, from Mon Pays)
"Summer in Canada is like the last week of July," (Robin Scherbatsky from himym)

Kanada, Kuzey Amerika kıtasının en kuzeyindeki ülkedir. 10 eyalet ve 3 bölgeden oluşan, merkezi olmayan, anayasal monarşi ile yönetilen, 1867'de Konfedarasyon yasası ile kurulan bir federasyondur.
Kanada'nın başkenti Ottawa'dır. Ülke alan bakımından Dünya'nın en geniş ikinci ülkesidir.

Alıntılardan da anlaşıldı üzere yazlar kısa, kışlar epey zorlu ve uzun yaşanmaktadır. Olur da orada bir süre yaşamaya karar vermişseniz tedbirli gitmekte fayda var. Özellikle sıcak bölgelerde doğup da oraya gidenler daha dikkatli olmalılar.

Merhabalar!

Çağımızın gerisinde kalmamak ve yine çağımızın bir parçası olan 'remote' ilişkilerle başa çıkabilmek, belki de sadece birşeyler yazmak için ben de buradayım.

Yeni bir yılın başladığını hissedebilmek için ocak ayını beklemeye hiç gerek yok. Daha önceki yıllardan farklı, biraz belirsiz biraz da heyecanlı bir yıl yaklaşıyor benim için. Yapılacaklar listesi uzakdıkça uzuyor, bu da beni daha da heyecanlandırıyor. Bakalım bu listeyi hangi ölçüde ve hangi hızda gerçekleştireceğim? Merak ediyorsanız ben burda olacağım...